1970’li yıllar; Türkiye’de televizyon hayatımıza yeni girmeye başlamıştı. Yeşilçam’ın yıldızlarını görmenin bir yolu da Altın Portakal Film Festivali’nden geçiyordu. Korteje katılan ve halka el sallayan sinema sanatçılarını izlemek için caddeleri doldururdu insanlar. O zamanlar alışveriş merkezlerine hapsolmayan, yüzlerce insan alabilen sinemaları vardı Antalya’nın. Saray, Yıldız, Şehir, İnci, daha sonra, Kültür, Yener, Oscar sinemaları benim aklıma ilk gelenler. Filmleri bir heyecan içinde seyrederdi insanlar.
12 Eylül 1980 darbesi, 1970’li yıllarda, Selahattin Tonguç döneminde Plastik Sanatlar alanında ortaya konulan pek çok eseri yok etti, Altın Portakal Film Festivali’ni de kesintiye uğrattı. 1980’lerin sonundan 1990’lı yıllara uzanan süreçte, özellikle de Hasan Subaşı’nın Belediye Başkanlığı’na gelmesiyle Antalya çeşitli sanat kurumlarını kazanmaya başladı. Doğru Yol Partisi’nden olmasına rağmen sanatın gelişmesi için Belediye’nin desteğini ortaya koydu. Antalya Kültür Merkezi’nin kente kazandırılması ve 1995 yılında Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurulmasıyla biçimlenen işbirliği, Altın Portakal Film Festivali’ni daha nitelikli, çağdaş boyutlara getirdi. Bu dönemde, sadece, “Ulusal” boyutuyla yetinmeyip Festivali’n “Uluslararası “ bir düzeye kavuşması için gerekli adımlar atıldı. Kentte yaşayan kültür sanat insanlarının fikri alınıyor, aynı zamanda da, Festival’i yönlendirecek Sanat Yönetmeni Nalan Cebeci işin başına geçiyordu. Daha sonra Antalya’nın yetiştirdiği tiyatro ve sinema oyuncusu Mustafa Avkıran da bu görevi üstlenecekti. Ayrıca, Ethem Özgüven Altın Portakal Film Festivali bünyesinde” Kısa Film Bölümü”nü hayata geçirdi. Bir sağ partiden Belediye Başkanı olan Hasan Subaşı, 1970’lerde sanata kucak açan CHP’li Belediye Başkanı Selahattin Tonguç’unyerini alıyordu. 1999’da göreve gelen CHP’li Dr.Bekir Kumbul döneminde özellikle AKM’nin ortaya koyduğu aylık programlar Kültür Merkezi’ni çekim merkezi haline getirdi, Altın Portakal Film Festivali’ni de maddi olanaksızlıklara rağmen sürdürmeye devam etti. Antalya Kültür Merkezi yaşayan , canlı bir organizma gibiydi. 2004 yılında Belediye Başkanlığına gelen AKP’li Menderes Türel ise Altın Portakal Film Festivali’nin hedeflerini büyüttü. Türsak’la işbirliğine giderek Festival’in uluslararası boyutunu geliştirdi ve Festival’e yeni çehre kazandırdı. Amerikan ve batı sinemasının önemli yönetmen ve oyuncularını Antalya’da görme olanağı bulmuştuk. Herşeyden önce Türkiye sinemasının yurtdışına açılması için “Film Market” kurulmuş, filmlerin pazarlanması için ortam yaratılmaya çalışılmıştı. Yapılan katologlar, davetiyeler ve Festival’in atmosferi gerçekten çok canlıydı, Türkiye sinemasının eski ve yeni kuşaklarını bir arada görmek mümkündü. Ayrıca, Festivali bir bölgede yoğunlaştırarak diğer uluslararası festivallerde gördüğümüz “gösterim vadisi” yaratılmıştı. Sadece AKM değil kentteki sinemalarda, özellikle 5 M Migros içindeki Cine Bonus sinemalarının fuayesi seyirciyle dolup taşıyordu, yoğun bilet kuyrukları vardı.
1999 -2004 yılları arasında görev yapan CHP’li Başkan Bekir Kumbul’dan sonra , 2009 Yerel Seçimler’de Prof.Dr. Mustafa Akaydın CHP’den Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi.
Akaydın’ın devraldığı Altın Portakal Film Festivali, uluslararası bağlantılarını kurmuş, kendisine Cannes, Venedik Film Festivalleri gibi olma hedefini seçmişti. Akaydın göreve geldiğinde Türsak’la yapılan işbirliğini sonlandırdı. Ayrıca, Antalya Kültür Merkezi ‘nde çalışan bir çok insanın işine son verildi, seçim çalışmaları esnasında kendilerine iş vaat edilen yeni çalışanlarına kapılar açıldı. Zaten AKM için bu bir gelenek oldu, hangi parti kazanırsa onun destekçilerine orada çalışma olanağı sunuluyor. Bu nedenle AKM’de ve Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde kalıcı bir kadro oluşturmak mümkün olmadı bugüne kadar.
46. Film Festivali’nin Sanat Yönetmenliğini Vecdi Sayar yapmıştı. Onun, İstanbul ve Avrupa sinema ortamıyla bağlantıları 46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin kaybettiği boyutu tam hissettirmedi bize gösterilen filmler açısından. Ancak, basılı materyaller, özellikle programların bulunduğu kitapçıkları 45. Film Festival’iyle karşılaştırmak mümkün değildi. Belediye bu durumu, AKSAV’ın ve AKM’nin ağır borç yükü altında olduğunu belirterek ancak bu kadarının yapılabileceğini dile getiriyordu. 47. Altın Portakal Film Festivali’nin Sanat Yönetmeni’nin adını hatırlayan var mı bilmiyorum. Emir Kustirica’nın yaşadığı tatsız olayda Prof.Dr. Mustafa Akaydın her türlü sorunu göğüslemek zorunda kaldı. Festival’in sorumluluğunu yüklenen güçlü bir Sanat Yönetmeni olsaydı Emir Kusturica olayı bu kadar büyütülmeyebilirdi.
48. Altın Portakal Film Festivali’nin afişi 47. ‘sinin kapanış gecesinde tanıtılmıştı. Festival’in içeriği belirlenmeden yapılan bu afiş “ ve Kadın Dünyaya Dokundu” temasıyla uzaktan yakından bir ilgisi olmayan bir konumda kalıyordu. Festival başlamadan internet ortamına düşen tanıtım filmi de ayrı bir tartışma konusu. 48 yılını tamamlayan Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nin tanıtım filminin sıradan bir turizm tanıtım filminden uzak olmasını beklerdim. En azından teması olan “kadını”konu alabilse, kadına gerçekten dokunabilseydi ne güzel olurdu. Festival el broşürlerini okumak yine zordu. Bu sene Festival’de olumlu bulduğum en önemli nokta web sitesinin daha itinalı hazırlanmış olmasıydı. Filmlerin sinopsislerini ve fragmanlarını izlemek, filmleri seçmekte bize yardımcı oldu. Festival’de “Ustalara Saygı Bölümü” için seçilen filmler izlemeye değerdi. Festival kitapçıklarının Cine Bonus’da satışa sunulmaması bir eksiklikti. Filmler hakkında bilgiyi bu kitapçıklardan da edinebilirdik oysa. Uluslararası boyuta gelince, bu bölümün yetersiz ve özensiz hazırlandığını söyleyebilirim. Anlaşılan Festival Yönetimi uluslararası boyuttan vazgeçmiş görünüyor. Ödül akşamı da zaten bunu gösteriyordu.
Öte yandan belirsizlik taşıyan bir konu yine bu Festival’in Sanat Yönetmeni’nin kim olduğuydu. Altın Portakal Film Festivali’nin web sitesine baktığımda Program Yönetmeni Hülya Özyol yazıyordu. Kadına adanan bir Film Festivali’nde Hülya Özyol’un Program Yönetmeni değil de “Sanat Yönetmeni” olarak ilan edilmesi yerinde olurdu bana göre. Mademki kadını bu kadar yüceltiyor Festival, neden bunca yükü üstlenen bir kadını ön plana çıkarmadı ki? Festival Sanat Yönetmeni olarak adlandırılmak o Festival’in sorumluluğunu üstlenmek demektir aynı zamanda. Filmler, programlar, daha pek çok konuda eleştiriler Altın Portakal Film Festivali’nin soyut kimliğine yükleniyor neredeyse. Eleştiri sorumluluğundan kaçılıyor böylece.
Öte yandan, 1979 yılında sansürü protesto ve 1980’de yapılamayan Festival nedeniyle verilemeyen Ödüller dağıtıldı. Bu vesileyle Yılmaz Güney, Onat Kutlar, Ömer Kavur, Atıf Yılmaz ve Zeki Ökten’in filmleri ve kendileri hak ettikleri değeri geç de olsa almış oldular. Biz ekran başında o günlere içsel bir yolculuğa çıkmak isterken Rutkay Aziz’in hırçın konuşması bu emek verilmiş ve hatırlanmış geceye bir gölge düşürdü. Onun tam tersi, Yılmaz Güney’in çektiği sıkıntılara tanıklık etmiş, kendisi de haksızlıklara uğramış bir kişi olarak Fatoş Güney’in konuşması daha yapıcı ve yol göstericiydi.
Altın Portakal Film Festivali’nin gerçek bir Festival olarak kalabilmesi için her şeyden önce Belediye Başkanlarının bu kadar ön planda olmaması gerekiyor. Hangi parti olursa olsun, Belediye Başkanları ön planda olduğu sürece taşralılıktan kurtulamayacaktır Festival. İşi ehillerine bırakarak da Belediyeler varlıklarını sürdürebilirler. Öncelikle, Festival Sanat Yönetmeni ‘nin ve içeriğinin çok önceden tasarlanması gerekiyor. Önemli bir nokta da AKM gibi kurumlar partilere göre şekillenmesin artık. Giden gelene diş biliyor, yönetime gelenlerin kalpleri taşlaşıyor, her türlü emek göz ardı ediliyor. Bunun en açık kanıtını Festival’in web sitesindeki tarihçesinden okuyabilirsiniz. Bu Festival için kimler çalışmıştı, kimler gelip geçmişti bu kurumdan Belediye Başkanlarından çay sunanına kadar. Çünkü bu kurumlarda çalışanlar bir tarihi de belleklerinde taşıyorlar. Bugün siz her şeyi belirliyor olabilirsiniz, fakat bu festivali yıllarca takip eden izleyiciler, Festival’e katılan sanatçılar ve çalışanlar başta olmak üzere herkes sahiplenmezse Festival’in gelecek kuşaklara aktarılması mümkün olmaz. İyi bir tarihçe, gelecekte kurulmasını hayal ettiğimiz bir “Sinema Müzesi”nin de sağlam temellere oturmasını sağlayacaktır diye düşünüyorum.
İzleyicilere ve basına düşen sorumluluklar da bulunuyor elbette. Gördüğüm o ki, izleyici sayısının en azından filmlerin gösterildiği mekanlardan biri olan Cine Bonus sinemalarında eksildiğini gözlemledim. Bazen, Festival konuklarının, kentli seyirciden daha fazla olduğunu gördüm. Geçmişteki o bilet kuyruklarından eser yoktu.
Kentte yaşayanlar Festival’e yeterince sahip çıkıyorlar mı? Kentin zenginleri Festival’e destek veriyorlar mı?
48.’ si düzenlenen ve 50.yılına doğru yol alan bir Festival’de daha çok sinemanın konuşulmasını ve geleceğe yönelik düşüncelerin üretilmesini ve kendi içine kapalı olmamasını beklerdim.
İmren Çalışkan Tüzün
0 Yorum