Bir zamanlar bu kentin içinde yedi arıklar varmış. Arıklarından sular akar, yaz aylarında insanları serinletirmiş. İlkyaz, portakal çiçeği kokuları yasemin kokularına karışır, sokaklara taşarmış. Duvarlarından begonviller sarkarmış renk renk. Ahşap kagir evlerinde insanlar mutlu mesut yaşarmış, sabahları birbirlerine “ sabahı şeriflerin hayırlı olsun komşu” derlermiş. Kahveler içilirmiş cumbalı balkonlarda. Radyolardan neşeli şarkılar yayılırmış evden eve, suzinat makamında.
Kent öyle küçük öyle küçükmüş ki, dar sokaklarına daha çok rüzgar essin diye eski Belediye Başkanlarından biri şehir surlarını yıktırmaya bile kalkışmış. Tabii o zamanlar nereden bilebilirmiş ki , gün gelip kentin her tarafını betonların kaplayacağını, şehrin rüzgarının kesileceğini.
Kırk gün kırk gece yağan yağmurlar mazide kalmış artık. Gökyüzünden bulutlar çekilmiş, güneş kral olmuş gökyüzünde, yakıp kavuruyormuş herkesi, klimalar bile yeterli olmayacak, diye insanlar korkuya kapılmışlar. Yıldızlar kim bilir nereye saklanmış, avucuna yıldız toplayacağını hayal eden çocuklar kalmamış. Ay, sadece, dolunaylı gecelerde Akdeniz’in üzerinde parlıyormuş.
Küçücük mahallelerinde, çarşı, pazarlarında ,limanında insanlar birbirini tanır, selamlaşırlarmış. Öğle vakti evine yemeğe giden esnaflar, kapılarını kapatmazlarmış bile, bir sandalye koyuverirlermiş. Hırsızlık diye bir şey yokmuş o zamanlarda , herkes bir birine inanır, güvenirmiş.
Kent gittikçe tekinsiz, güvensiz bir yer olup çıkmış, insanlar sokakta yürürken yanından geçene şüpheyle bakar olmuşlar. Dostluklar da eski dostluklar değilmiş, herkes daha çok mal mülk, ev , araba düşünür olmuş.
Çay bahçeleri varmış bu kentin, en ünlüsü Tophane, diğerleri Mermerli, Yılmazlar’mış.
Kahvelerine ne demeli, ben bile görmüştüm gelir geçerken caddelerde. Vatan Kahvesi, Borsa Kahvesi, Solmaz Kahvesi, Beton Kahve , Çınaraltı Kahvesi ve daha niceleri. İnsanlar birbirleriyle orada görüşürmüş.
Bu kentin birçok ahşap binası varmış, şimdi eski fotoğraflarda kalmış. Gelen yıkmış, giden yıkmış. Cumhuriyet sonrası mimarisinden kalan Kız Meslek Lisesi’nin akibeti de aynı olmuş.
Bir gece herkes uyurken yerle bir edilivermiş, şimdi yeri toz toprak içindeymiş, yoldan geçenler birbirlerine kentin içinde burası da neymiş, diye soruyormuş.
Birkaç kuşak Gazi Mustafa Kemal İlkokulu’nda okumuş, şimdi sadece anılarda kalmış. Neyse orası bari korunmuş, Valilik binası olmuş, orada okuyanlar yıkılmadığına şükrediyorlarmış, önünden geçerken, yine de,” biz burada okumuştuk” diyebileceklermiş çocuklarına.
Bu kente ilk dikilen apartman “kırkdaireler” olmuş, bir hevesle taşınmışAntalyalılar. Sonra hepsini daire hastalığı tutmuş, kurban etmişler portakal bahçelerini daireler uğruna. Şimdi portakalı ve limonu manavdan alır olmuşlar. Ne de olsa her şeyin bir bedeli var değil mi?
Apartmanların balkonları varmış sayısız. Fakat bu kentin kadınları balkona çıkıp gökyüzüne bakmaz olmuşlar, balkonlarındaki saksılarına rengarenk açan çiçekler de dikmiyorlarmış. Yabancılaşmışlar, doğadan kopmuşlar. Hal böyle olunca da çiçek işi, Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne kalmış. Onlar ağaçların etrafına çiçek dikerlermiş, bazen de çiçek açan ağaçlar. Ama herkes bilmezmiş bu çiçeklerin adını, bir yabancı “bu ne çiçeği” diye sorsa, bilmiyoruz, derlermiş. Merak etseler, sokaklardaki çiçekleri belki evlerine, apartmanların bahçelerine de dikermiş kentte yaşayanlar.
Son günlerde kent betona döndü diye herkes homurdanmaya başlamış ama yine de kesiliyormuş ağaçlar, yıkılıyormuş eski binalar.
Bu kentin çevresine milyonlarca turist geliyormuş, otellerde kalıyor, dışarı çıkmıyorlarmış. Çıksalar bile, Antalya’yı, Kaleiçi, Beach Park ve Migros’tan oluşuyor sanıyorlarmış. Lara, Konyaaltı, Şarampol, Güllük, Balbey, Memurevleri neresi bilmeden çekip gidiyorlarmış. Onlar sadece turist diye adlandırılan sanal bir şeymiş, milyonlarla ifade edilen sayılardan başka bir şey değillermiş.
Kentin büyük, zengin, köklü aileleri varmış, Aklar, Berberoğulları, Tugayoğulları, Gönenler, Konuklar ve daha niceleri… Artık onların yerini yeni zenginler almış, onlar dergilerin sosyete köşelerinde boy gösterir olmuşlar. Sanatla, kültürle uğraşanlar merak ediyorlarmış, “bunların arasından bir burjuva çıkar mı, kentte üreten sanatçılara destek verirler mi” diye.
Şimdilerde bu kentin geçmişine ve eski ailelerine merak salmışlar, koruyalım kentimizin geçmişini demişler, düşmüşler fotoğrafların, belgelerin peşine. Kent Müzesi kurulacakmış
haberiniz olsun. Hiç olmazsa orada bari görün geçmişinizi, verin biriktirdiklerinizi, bilgilendirin yeni Antalyalıları.
…
İlhan Tekeli ,“Büyük kent olmanın yolu yeniye ve sürprize açık olmaktan geçer ” demişti Kent Müzesi Tarih Söyleşileri’nin konuğu olarak yaptığı konuşmada.
O küçük kent, bugün kabüllenmekte zorlansak da çoktan yeni bir sürece girdi ve yol almaya devam ediyor.
Artık kaybedilenlerin arkasından üzülmek yerine, yeni Antalyalılarla varolanı korumamız ve geleceği kurmamız gerekmiyor mu?
İmren Çalışkan Tüzün
0 Yorum